Turk PDR (Filiz Çapar Şahin)
http://turkpdr.com/corner-post.php?ss=12713&w=sesimiz-var-fikrimiz-yok-215

Sesimiz var, fikrimiz yok ! (14.09.2012)

Bir fikir,  çoğunluk; ama büyük bir çoğunluk tarafından benimseniyorsa bir hayli irkilirim. Hep şunu düşünürüm : "Kaç zavallıya dayatıldı acaba?" Yahut da kaç acaba yaranabilmek için geçici olarak o fikrin gölgesine sığınmak zorunda kaldı. Yoğun bir güruh tarafından benimsenmiş fikirleri  en az Hitler'in fikirleri kadar zorba bulurum. Sanırım popülere karşı düşmanlığımdan kaynaklanıyor bu kabulsüzlük.  Yaygın olan her şeye arkamı dönüp kaçmak isterim, ne olursa olsun. Mesela; kitapçıları dolaşırken, kendini kıyıda köşede saklamış yazarları keşfetmeye çabalarım. Onun için de her kitapçıda en az üç dört saat demirlerim.  Çok satanlar listesinden raf raf uzaklarda ararım dostluk yapacağım satırları. Bir kitap yoğun ve farklı ışığıyla beni kendine çektiğinde elime alırım, sayfa sayfa karıştırırım. Görenler beni korsan okuyucu sanır çoğunlukla. Hızlı okumalarımla kitabın içinde ruhumu sarsacak birkaç cümle ararım. Bulursam,  kitabı mutlaka alırım. Bu tip oyalanmalarımdan hazzetmeyen dostlarım benimle birlikte kitapçılara takılmaz, kendilerini bir anıt ağaç gibi yüzlerce yıl bekleteceğimi bilirler. 

Sadece bu da değil, en küçük alışverişimde aynı alışkanlığımı sürdürürüm, özellikle de kıyafet seçimimde.  Zaten modadan falan da pek anladığımı söyleyemem. Alışverişte en önemli kriterim satın alacağım nesneye hem ihtiyacımın olması hem de hayatımdan izler taşımasıdır. Klişe bir laftır "Herkes kendi modasını yaratır." Böyle bir iddia gütmüyorum, yalnızca üzerimde taşıdıklarımın benim için bir anlamı olmasını istiyorum. Aynaya baktığımda bana kendimle ve dünyayla ilgili bir şeyler çağrıştırmayan kıyafetler, aksesuarlar sadece bende sıkıntı yaratmaktan öteye gidemez.   Örneğin beyaz şile bezi bir gömleğim var, yıllar yıllar önce almıştım. Askıda gördüğümde puf puf, kırların üzerinde özgürce dolaşan bulutları çağrıştırdı bir anda. Özgürlük ve doğa; üzerime yakışır diye düşündüm, aldım. Öyle pek fazla takıp takıştırmayı sevmem, sadelikten yanayımdır. Sadece  anlamı olan takıları taşımayı seviyorum. Parmağımdaki yunus yüzük, boynumdaki kaplumbağam… Direncimi ve hayallerimi her an hatırlatıyorlar bana, birilerinin onları "in" ya da "out" olarak görüp görmemesi çok da önemli değil. Ve hatta birileri üzerimdeki kıyafetlere "Ooo, çok moda şimdi." yakıştırması yaptığında kendimden şüphe ediyorum. Benliğimden uzaklaşıyormuşum, sürünün ardına takılmışım gibi geliyor. 

Fikirler konusunda daha titiz ve daha paranoyağım. Popüler olan bir fikre asla saygı duyamıyorum. Sanki insanların birbirlerine bulaştırdıkları bir hastalık gibi geliyor. Yakalanıyorsun, hastalık olduğunu bile fark etmeden onunla yaşayıp gidiyorsun. Oturup da düşünmüyorsun bile "Neden peşinden sürükleniyorum?" diye. Fikirler de üretilenler gibi aslında; ne kadar yaygınsa, ne kadar çok beyne girip kullanılıyorsa o kadar ucuz ve değersizleşiyor. Üstelik küçücük bir eşyayı satın alırken bile evirip çevirip iyice kontrol eden biz insanoğlu, bir fikre sahip çıkmadan önce onun nerden geldiğine, hayatımızda ne işe yaracağına bakmıyoruz bile. Al, koy cebine… Kullan at teknolojisi fikirler için de geçerli sanırım. Bu gün bu fikre inanalım, yarın olmadı değiştiririz abi… Şunu anlarım aslında, sabit fikirli değilsen tabi ki kafanda taşıdıkların zaman aşımına uğrayacak. Ama komşunun fikrini alıp da kendi zihin bahçene dikmeye çalışırsan, bir süre sonra o bahçe senin olmaktan çıkar. 
Sanıyorum çocukken çok fazla dedektif dizileri ve filmleri seyrettim. Fikirler konusunda her zaman şüpheciyim. Çoğunluk eğer bir fikrin peşinde koşturuyorsa toplu bir hipnoz yaşatıyorlarmış hissi uyandırıyor bende.  Teknik açıdan nasıl yapıldığı konusunda ise kimisi asparagas olan bir sürü iddia ortaya atılıyor bazen: 25 Kare tekniği, reklamların arkasına yerleştirilen sesler falan… Belki de bizim toplumumuzun özelliğinden kaynaklanıyordur. "Ya Mehmet Abiye ayıp olmasın, biz de onun gibi düşünelim." Bazen yaygın fikirlerin altı kazıldığında insanların kendine güvensizliği çıkacakmış gibi geliyor. "Koskoca Hilmi Bey'den daha mı iyi bileceğiz yani?" İyi bilmeyelim, 
                oturalım hep birlikte öyle birbirimize boş gözlerle bakarak. Sabun gibi fikirleri de kalıp kalıp tüketelim.  Gövdemizin üzerinde, kafamızın içinde taşıdığımız şeyi aksesuar gibi kullanmaya devam edelim. Herkes nereye, biz oraya koşturalım bu arada. Sorgulamayalım kardeşim, düşünmeyelim. İrdeleye irdeleye alim mi olacağız bu yaştan sonra? Bırakalım birileri bizim yerimize düşünsün, böylesi daha kolay. Felsefenin mümkün mertebe en uzağından geçelim. Dünya ve insanlık hakkında bildiklerimiz İ.Ö 9. yüzyılda Bilge Ksantus'un söylediklerinden öteye geçemesin: "Gürültünün patırtının ortasında sükûnetle dolaş, sessizliğin içinde huzur bulunduğunu unutma." diye asırlar öncesinin koşullarından bize seslenen insan kadar bile olamayalım… Mekanik, teknolojik gelişmeleri medeniyet sanmaya devam edelim. Ne güzel değil mi, konuştukça nasıl batıyor insan? 
                Biz sizlerin öyle olmadığınızı biliyoruz zaten sevgili Kayıp Kıtalılar, sözümüz meclisten dışarı.                                                                                                        ULTREYA… 


Turk PDR (Filiz Çapar Şahin)
http://turkpdr.com/corner-post.php?ss=12713&w=sesimiz-var-fikrimiz-yok-215