Şifreni mi unuttun ?
Hoşgeldiniz Ziyaretçi. Lütfen üye değilseniz burdan kayıt olun.
Google Grupları
Turk PDR grubuna abone ol
E-posta Adresiniz:
“Çocuk ve Ergen Dünyasında Aşk”
Ask... Bu, ağzımızdan bir çırpıda dökülen sözcük, yoğun bir duygu olarak karsımıza çıktığında pek de öyle bir çırpıda yaşanamıyor. Daha cok yetişkin dünyasına aitmiş gibi görünen bu duyguyu, aslında çocukların erişemeyeceği yerlere kaldırmanın anlamı yok A$k, anne karnında oluşan bağın bir getirişi olarak ilk kez anneyle yaşanırken, okulöncesinde, ergenlikte ve yetişkinlikte biraz kılık değiştiriyor o kadar. Biz onu, yolumuza çıktığında acısıyla tatlısıyla yaşayıp gidiyoruz, peki bir uzman gözüyle çocuk ve ergen dünyasındaki ask nasıl tanımlanıyor acaba?
Ekleyen: Serdal GÜR | Okunma: 12282 | 04.03.2011

Ask... Bu, ağzımızdan bir çırpıda dökülen sözcük, yoğun bir duygu olarak karsımıza çıktığında pek de öyle bir çırpıda yaşanamıyor. Daha cok yetişkin dünyasına aitmiş gibi görünen bu duyguyu, aslında çocukların erişemeyeceği yerlere kaldırmanın anlamı yok Aşk, anne karnında oluşan bağın bir getirişi olarak ilk kez anneyle yaşanırken, okulöncesinde, ergenlikte ve yetişkinlikte biraz kılık değiştiriyor o kadar. Biz onu, yolumuza çıktığında acısıyla tatlısıyla yaşayıp gidiyoruz, peki bir uzman gözüyle çocuk ve ergen dünyasındaki ask nasıl tanımlanıyor acaba?

AŞK kavramı, romantik ilişkiler içindeki yoğun olumlu duyguları belirtmek için kullanılır. Ancak romantik ilişkiler dışında, kişinin yaşadığı ya da hissettiği yoğun duyguları belirtmek için de "aşk" tanımının kullanıldığını biliyoruz.
Birini çok sevme yani aşık olma, erişkin birey için farklı bir anlam içerirken; ergen, çocuk hatta bir bebek için insan ilişkilerinde böylesi yoğun bir duygunun hissedilmesi, farklı anlamlar taşır.
Ergen de aşık olur. Okul çağındaki çocuk da... Hatta kreşe giden çocuğunuz akşam eve dönerken size, kreşteki arkadaşına aşık olduğunu, onunla evlenmek istediğini söyleyebilir, öğretmenine, komşusuna aşık olan çocuk ve ergenler aynı şekilde yoğun duygular yaşar. Gelişim içinde bebeğin, çocuğun ya da ergenin ilişkilerde yaşadığı bu yoğun duygulara bakacak olursak;
İlk gerçek aşk,
Yeni doğan bir bebek, yaklaşık üç haftalık olduğu dönemde sürekli kendine bakan kişiyi fark etmeye başlar ve gülümseyerek onu tanıdığı ile ilgili ilk işareti verir. Yaklaşık iki aylık dönemde sürekli etrafında dönen bu tanıdık kişiyi diğerlerinden ayırt etmeye baslar ve ona "bağlanır". Bu dönemde bakım veren kişi de kendine yönelik bu yoğun duygulara karşılık olarak yoğun bir duygu geliştirir. "Annelik" duygusu olarak belirtilen bu yoğun duygu, anne ve bebek arasında yaşamın başlangıcında özel, sürekli ve yoğun bir ilişkinin oluştuğunun göstergeleridir. Bebek gelişiminde önemli bir etki olan annelik duygusu ve bağlanma, aynı zamanda ruh sağlığı açısından da önemli bir göstergedir. Bu ilişkinin yoğunluk ve süreç açısından düzensiz olması ya da bozulması, gelişmekte olan bebeğin ruh sağlığını etkileyebilir.
Her kişinin ilk sevgi nesnesi kuşkusuz annesi ya da annenin yerine geçen, ona temel bakımı veren kişidir. Bebek böyle yoğun bir duyguyu yaklaşık 2 ila 5 yaşları arasında yeniden yaşayacaktır. Ruhsal-cinsel (psikoseksüel) gelişim kuramına göre bu dönemde bebek cinselliği başlar. Cinsel dönemde, bebek başlangıçta her iki ebeveynle aynı anda ilişki kurmaya başlar. Bu dönemde de anne, kız ve erkek çocuk için bir sevgi nesnesidir. Ancak artık erkek ve kız çocuğun ilgi ve sevgisinde birtakım değişiklikler olur. Daha önceki dönemde kendisine bakan ve cinsel anlamı olmayan anneye bir bağlılık duyarken, bu donemde bu sevgi nesnesi karşı cinsiyetten bir kişi olarak görülür ve böylece ilişkiye cinsel bir anlam yüklenir.
Gelişim dönemlerinde, anne babaya karşı ortaya çıkan bu yoğun duygular, çevredeki kişilere karşı da beslenmeye başlayabilir. Bakıcı ya da öğretmen, aynı şekilde sevgi, bağlanma gibi yoğun duyguların aktarıldığı önemli kişilerdir. Aynı şekilde ergenlik döneminin başlangıcında, model alınan kişilerin tutum ve davranışlarını izleme yanında yoğun bir hayranlık duygusu söz konusudur.
Okulöncesi ve okul dönemi
Okulöncesi çocukluk döneminde, karşı cinsiyetten bir yaşıta hissedilen yoğun duygunun değerlendirilmesi, çocuğun zihinsel ve duygusal gelişim düzeyi göz önüne alındığında oldukça kolaydır. Çocuk, cinsel gelişim dönemini aynı cinsiyetten ebeveynle özdeşim kurarak tamamlar, bu dönemde cinsiyetine ilişkin sosyal ve kültürel rolleri de taklit eder. Çevresindeki kişilerden ya da televizyondan izlediği erişkin davranışlarından biri de "aşık olma, birini sevmedir. Büyümenin göstergesi olarak bu davranış taklit edilir. Çocuk, örneğin kreşteki karşı cinsiyetten bir yaşıtına aşık olur. Bu özel "yetişkini taklit eden" ilişki ile çocuk, karşı cinsiyetten bir yaşıtına yakınlaşmakta, aynı zamanda yetişkinlerin ilgisini üzerinde yoğunlaştırmaktadır. Okulöncesinde aşık olma daha çok cinsiyete özgü sosyal rolleri taklit etme ve büyümenin göstergesi olarak yaşanır. Okulun başlangıcı ile cinsiyetler arasındaki farklılıklar belirginleşir, kızlar ve erkekler ayrı gruplara ayrılır. Oyunlar, arkadaşlıklar aynı cinsiyetten yaşıtlarla sürdürülür. Bu dönemde ilgi, tüm sınıfın dikkatini üzerinde toplayan öğretmene yönelmeye başlar.
Bir başkadır ergen aşkı
Ergenlik dönemiyle birlikte, karşı cinsiyet yeniden fark edilmeye başlar. Başlangıçta ergen bu ilişkileri, kendini tanımak için kuruyordur. Bu dönemdeki aşklarda, yetişkinde gördüğümü/, yoğun duygular vardır ancak katılım ve doyum alma gibi aşka eşlik eden ve aşkın sürekliliğini gösteren diğer özellikler gözlenmez. Ergen tüm ilişkilerinde olduğu gibi, karşı cinsiyetle ilişkilerini de kendini değerlendirdiği bir "ayna" olarak kullanır. Aslında yaşadığı ilişkide sürekli değerlendirdiği "karşı cinsiyet için ne kadar çekici olduğu, kaç kişiyi kendine aşık etmiş olduğundur. Ergenlik döneminde; daha önceki gelişim basamaklarındaki ilişkiler, özdeşimler ve yoğun duygular yeniden ele alınır ve bu dönem, yeni o/değişimlerle harmanlanarak tamamlanır. Eski ve yeniye ilişkin yoğun ve çalkantılı bir dönem olan ergenliğin sonunda, kişilik iyiden iyiye açığa çıkar. Mesleği belirlenmiş, kendine özgü değerleri ve sürekli sergilediği davranış özellikleri olan kişi, artık kişiliğini kazanmış, kendi ayakları üzerinde duran ve kendine yetebilen bir bireydir. Bu dönemdeki kişinin karşı cinsiyetle ilişkilerinde artık yakınlaşma, katılma ve doyum alma gibi aşka eşlik eden diğer özellikleri de gözleyebiliriz. Bebek, çocuk ve ergenin yaşadığı yoğun duygular,
içinde bulundukları gelişim dönemlerine göre değerlendirilir. Aşk ilişkilerinde de döneme ilişkin zihinsel özelliklerini ve gereksinimlerini görmek
mümkündür. Bu genel özellikler yanında kişiye ya da döneme özel farklılıklar izlenebilir, özellikle ergenlik, tüm duyguların yoğun yaşandığı bir dönem olduğundan, başka bir kişiye öfke, kızgınlık, sevgi gibi duygular kısa sürede değişecek şekilde yaşanabilir. Ergen, aşık olduğu kişiden kısa sürede nefret edebilir ya da yeniden sevebilir. Aynı yaşta ya da farklı yaştan kişilere aşık olabilir. İnsanın, tüm gelişim dönemlerinde ve her yaşta aşık olması mümkündür. Ancak romantik ilişkilerdeki bu evrensel olumlu duygunun erişkinlik dönemine kadar olan dönemde farklı yaşandığı, sürekliliği etkileyecek katılma ve doyum alma gibi eşlik eden özelliklerin tümüyle yetişkin aşkını yansıtmadığı söylenebilir.
2 Küçük “ilk aşk” öyküsü
Bir arkadaşımın tezine göre, ben daha ana rahmindeyken karşı sperme aşık olarak dünyaya gelmişim. Yani aşk, o denli önemli bir yere sahip benim için. Yemek, içmek, hava almak gibi var oluşumu oluşturan "yegane"lerden biri işte... Durum böyle olunca, çocukluk aşklarım anlatmakla bitmez. Çünkü çocukluğum boyunca da tabii ki diğer zamanlarda olduğu gibi- "kendime" her zaman aşık olacak birilerini buldum.
Çocukluğuma dair o kadar az şeyi hatırlarken, nasıl oluyor da aşk geçmişim tüm canlılığıyla, istediğimde gözlerimin önünde beliriveriyor anlamış değilim. Bu satırları yazarken de bu yüzden hiç zorlanmadım çünkü aklıma hemen ilk aşk hikayem geliverdi. Hazin bir Türk filmi hikayesi sanki...
Anaokuluna gidiyordum ve artık okul bitmek üzereydi. Sene sonu partisi yapılacaktı ve tabii ki tüm çocuklar gibi sadece bu parti hayatımın en önemli olayıydı benim için o zamanlar. Çok heyecanlıydım, çok güzel olmalıydım, çok eğlenecektim vs. Parti için komşumuz Beysun Teyze bana, sanki ihtiyacım varmış gibi, üzerinde bana benzeyen, örüklü bir kız portresinin işlendiği robalı bir elbise dikmişti. Oysa ben nerden bilirdim, hep o elbise yüzünden, neyse.... Partiye, sanki dünyanın merkezinde bir ben varmışım gibi gittiğimi hatırlıyorum. Evet, kalbimin atışını duyuyordum, biricik aşkım da oradaydı işte. Adını bile tam hatırlamıyorum; Soner miydi, Koray mıydı -Koray olmasını tercih ederim, Soner hep sakallıları hatırlatıyor-... işte o Koray da orada tüm asaletiyle sanki beni bekliyor gibiydi. İçeri havalı havalı girdim, yerime geçtim ve Koray'ın benim yanıma birazdan geleceği düşüncesiyle beklemeye koyuldum. Tam o sırada kendini Pamuk Prenses zanneden "kötü kadın" girdi içeri ve sonraları hep sinir olduğum Koray isimli yaratık gitti, ilk onu dansa kaldırdı. "Neyse canım" dedim, "nasıl olsa beni fark etmediği için o kızla dans ediyor; birazdan beni fark edecek ve doğru yola gelecek" diyerek, umutsuzlanmaya alıştım. Ama içten içe de kin tohumlarını ekmiştim bile! Dans uzadıkça uzuyordu. Bir yanlışlık olmalıydı, hiç böyle tasarlamamışım oysa ki. O da ne, birden hayatımın keşfini yapmışım gibi donakaldım. O kızın elbisesi ne kadar güzeldi. Kat kat tüllerden yapılma, yerlere kadar uzanan ve tıpkı prenseslerinkini andıran bir elbise... Evet sonunda anlamıştım nedenini. Ben, Koray'ın beni dansa kaldırmasını bekleyedurayım, bütün gün Koray sınıftaki tüm kızlarla ve en çok da o, elbisesi en güzel olanla dans etti. Ben de dokunsalar ağlayacak bir vaziyette tüm bu manzaraları izledim. Ve parti bitti.
Dünyanın merkezindeymişim gibi gittiğim partiden dünyayı terk ederek çıkmak, benim için son derçti- hüzünlü ve acı bir deneyimdi! Eve gittiğimde tüm bu olanların nedenini o aptal elbisede aradığımdan, uzunca bir süre Beysun Teyze'yle konuşmadım ve o elbiseyi de bir daha hiç giymedim...
Görüldüğü gibi hazin bir sonu oldu ilk aşk hikayemin. Ama başı nasıl olursa sonu da öyle olur misali, hazinli öykülerle büyüdüm sanırım. Aşk hikayelerim yaşamımın hiçbir döneminde bitmedi. Komşunun oğlundan tutun, ortaokuldaki müdür yardımcısına, "Rüzgar Gibi Geçti" nin baş kahramanı Ret Bımler'a kadar bir dizi aşk hikayesi işte. Hepsinde de sahneler aynıydı. Aşık olan bir kadın, uzaktan sevilen adamlar ve hiç başlamayan platonik aşklar... Biraz daha büyüdüğümde bir adım ileri gidip artık aşık olduğum kişilerle iletişime girmeyi becerdiğimde ise kendimi onların bir numaralı "aşk derdi ortağı" olarak buldum. Aşureler, sarmalar, börekler mi götürmedim onlara! Enerjimi küçükken yoğun olarak kullanmış olacağım sanırım, şimdilerde kalbim pek bir durgun. Bu pek hayra alamet değil galiba...
Aşık olma dersleri
Zaman zaman karşılaştığım bir ilkokul arkadaşım, en son sohbet ettiğimizde "Tibet sana aşıktı, sende ona aşık miydin, söyle bakalım" dedi. "O zamanlar aşık olmayı bilmiyordum ki, bilseydim belki olurdum" diye cevap verdim. Doğruydu da. Aslında "aşk "ı kendi kendime keşfetme fırsatım da olamamıştı. Onu, Gamze adında bir arkadaşım "öğretmişti" bana.
Cîamze bunu nasıl keşfetmişti bilmiyorum ama Murat'a duyduğu o "farklı" şeyleri bana her anlatışında sadece dinliyor, pek de bir anlam veremiyordum. Bütün kızlar ve bütün oğlanların birbirlerinden ne farkı vardı ki? Filmlerden bildiklerimle ise aşkın, yalnızca büyüklerin dünyasına ait olduğunu düşünüyordum, Gamze bana maceralarını anlatadursun, ben on yaşına kadar aşık olmadan vakit geçirebildim. On yaşındayken ise gözlerim koridorlarda, pota altlarında 5-A'daki Mert'i ararken yakaladım kendimi. İşte o, diğer çocuklardan "farklı"ydı. Artık benim de Gamze'ye anlatacaklarım vardı.
Mert, diğer çocuklardan daha uzun boyu, top oynarken uçuşan saçları ve o zamanlar kimsede olmayan "kırmızı Converse"leriyle aklımdan çıkmıyordu. Matta onun dikkatini ancak ben de o spor ayakkabılardan giyersem çekebileceğimi düşünüyordum. Ama annemlere yalvarıp yakarmalarım hiçbir sonuç vermemişti. (Ortaokula geçtiğimde alınan Converse’ lerimin ise sırf kırmızı diye ayağıma iki numara büyük olmasına razı olmamda bu olayın etkisi var mıydı inanın hatırlamıyorum. Ama küçük kızlar, en çok kırmızı ayakkabı severler zaten.
Mert'e uzun zaman aşık kalmıştım. Sonunda o da beni fark etmiş, hatta annemin her sabah Okul Radyosunu dinlerken açıta açıta tarayarak topladığı saçlarımı açık bırakmama izin verdiği 23 Nisan balosunda dans bile etmiştik, Uzun saçlarımla kendimi bir an Külkedisi gibi hissettiğim, onun da benimle ilgilendiği doğruydu ama ayakkabımı bırakıp kaçsam arkamdan koşturmadı herhalde.
Aradan geçen on dokuz-yirmi yıldan sonra bugün onu hâlâ zaman zaman gittiğim bir yerde görüyorum. Yalnızca boyu uzamış, hiç değişmemiş gibi. Ayakkabılarına baktığımı da itiraf etmeliyim. Çünkü yıllar sonra Convers yine moda olmuştu... Artık Mert'in Amerikan filmlerinde çokça gördüğümüz tipte eski model bir arabası vardı. Bir de yanında güzel, sarışın bir kadın...
Bana "aşk"ı öğreten küçük ki Gamze ve onu cümle içinde kullanmama sebep olan küçük Mert... Hepimiz büyüdük ve çok aşık olup, çok anlattık. Hâlâ da anlayamadığımız bir tarafları kaldı galiba...

« Önceki MakaleSonraki Makale »

Yorum yapabilmek için üye girişi yapınız veya facebook hesabınız ile yorum yapın.



 1. Psikolojik Danışmanın Önlük Giymesi Uygun Olur mu?

Evet giymesi gerekir
% 19

Hayrı giymemesi gerekir
% 74

Fikrim Yok
% 7

Toplam Tekil Hit: 3139062
Toplam Çoğul Hit: 22390442
Kimler Online ?
23 Ziyaretçi, 0 Üye
En son üyemiz H.HOCA, Hoşgeldiniz.

Copyright © Turkpdr.com | 2010 | Bu sitede yer alan içerikler kaynak gösterilmeksizin kopyalanamaz ve yayınlanamaz